Tanrı Meydanı Boş Bırakır mı ?

Kısa cevap “Evet” ! Açıklaması ise biraz uzun, sabrınız ve merakınız varsa okursunuz !

Sosyal medyada ister istemez (ve yahut kasıtlı olarak) Deizme saldırılmaya başlandı. Neden saldırılıyor, bilen biliyor, bu konuya girip asıl konuyu dağıtmak istemiyorum. Buradaki asıl konu, Deizm’i bile tam anlamamış bazı kişilerin “Tanrı varsa neden meydanı boş bıraksın, neden insanları başıboş ve dinsiz bıraksın ?” mealinden açıklamalarda bulunmasıdır.

Öncelikle, klasik ibrahimi dinlerdeki üstün körü “Tanrı” tanımı ile Deistik Tanrı (ve Paralel olarak Gnostik Tanrı Monad) tanımı birbiriyle uçuk derecede alakasızdırlar. O nedenle dogmatik düşüncenin esaretinde olanlar için bazı temel şeylerin anlaşılamaması gayet normaldir. İbrahimi Dinlerde ve bu dinlere inanan büyük çoğunluğa göre Tanrı (Allah, Rab, Hak…) kontrol takıntılı diktatör biri gibi karakterize edilir. Sıradan insanlar gibi duyguları vardır, sabırsızdır ve hep sinirlenir durur, kindar ve intikamcı bir eğilimdedir. Sözüm ona çok kudretli, herşeyi bilen/gören ve kadiri mutlak olmasına rağmen, ve bizlere şah damarımız kadar yakın olmasına rağmen nedense insanlarla aracılarla iletişim kurar. İnananlarına, yani kullarına emirler verir, kafirleri nedense bizzat kendisi değil ama ona inananları vasıtasıyla cezalandırır (yani gene aracılar kullanır ?). Tuhaf şekilde, sözde herşeyi kontrol ediyor yani herşey onun kontrolünde olmasına rağmen, ne “hikmetse” hiç bir şeye bizzat müdahale olamaz (mukadderat ??!), ama yine de hep kullarını maşa gibi kullanarak iş çevirir; yani kulları ne yapacaksa onun adıyla yapar !!?! falan ve falan ….

Vasat inananlar arasında bu Tanrı-Diktatör (yada Diktatör Tanrı) tanımı o kadar benimsenmiştir ki, artık bu tanım etrafında bir tür stockholm sendromu, bir tür güce taparlık yada celladına aşık kurban sendromu gelişmiş gibidir. Dinin (yada Dincilerin dayattığı) “tanrı” kullarını rehin almıştır, kullar da zaten ona “gönülle” teslim olmuştur; sonuçta bu tanrının vaadleri de az değildir (huriler, nuriler, karikatürize bir cennet… vb), teslim olmamak salaklık olurmuştur (!). Ve bu teslimiyet cellat (Tanrı) ve kurban (Kul) arasında tuhaf bir “aşk” doğurmuştur; ve dışarıdan bu aşkın “büyüsünü” bozacak herşey onlara düşmanca gelecektir. … Kısacası İbrahimi dinlerdeki Tanrı pek de öyle kadiri mutlak değildir, zira muhtaçtır… dine, peygamberlere ve inananlara (kullara), yani teslimiyete muhtaçtır.

Halbuki Deist (ve aynı zamanda Gnostik Monad) Tanrı gerçek anlamda kadiri mutlaktır. Hiç bir şeye muhtaç değildir. Dine, peygamberlere ve inananlara ihtiyacı yoktur. Kurallar koymasına ve bu kurallar uygulanıyor mu diye sürekli kontrol takıntılı davranmasına ihtiyacı yoktur (zira birinin kontrol takıntılı olması kontrolün onda olmadığının kanıtıdır zaten). “O” kainatı öyle mükemmel ve kusursuz bir şekilde yaratmıştır ki, kainat kusursuzca kendi mekaniğinde işler, sürekli müdahale etmesine gerek yoktur (zira yaratılan bir şeye sürekli müdahale etmek, onun kusurlu yaratıldığının kanıtıdır zaten). “O”nun birilerine (melek, insan, hatta hayvan…) buyurmasına ve emirler vermesine hiç gereği yoktur, (zira bir iş yaptırabilmek için birilerine emir vermek aslında güçsüzlük ve muhtaçlık göstergesidir) gerçek kadiri mutlak işleri kimseye muhtaç ve bağımlı olmadan da oldurur, zira o ol der olur !.

***

Şimdi bu girizgahtan sonra, Bir kere daha hatırlatayım, Deizm ve Tanrının Kanıtı yazımda da ayrıntılı açıklandığı gibi; Deizm veya yaradancılık, din, peygamber veya vahiy aracı olmaksızın bireyin “akıl (mantık, felsefe)” ve “gözlem (deneysel)” yoluyla Tanrı’ya olan inancını esas alan bir felsefi görüştür…. Yani Deizme göre, felsefi ve mantiki argümanlarla Tanrı olumlanabilir, AMA böyle yüce/mükemmel tanrının “sözlerini ve emirlerini” dinle dikte ettirildiğine, ve tanrının sözünü taşıdığına iddia edenlere, yani aracılara inanmaz. Sonuçta Tanrı gerçekten Herşeye Kadir/Muktedir Tanrı ise, yani bize şah damarımızdan bile daha yakınsa, neden o kadar aracıya (peygambere, imamlara, şeyhler, dinlere…vb) ihtiyaç duyar. Apaçıktır ki, Dini sistemlerin temelinde bir mantık hatası vardır.

Buradaki en temel mantık hatası, temin açıklandığı gibi, Dinlerin savunduğu “Tanrı” kavramının aşırı “insansı” olmasıdır. Yani resmen Tanrıya insan gibi özellikler, sıfatlar ve amaçlar yakıştırılıyor… Tanrı bir zanaatçi gibi dünyayı ve insanı yaratıyor, bir kral/hükümdar gibi emirler yağdırıyor (halbuki mutlak muktedir başkasına emir vermez, ol der oldurur), ve sabırsız bir çocuk gibi sinirlenip duruyor. Halbuki tüm bu insansı yakıştırmaların bırakın Tanrı için doğru olmasını, çoğu İnsan için bile doğru değil, ve genellemeleri yıkan bir çok istisnalar vardır…

Mesela Deizm ve Tanrının Kanıtı yazımdaki Teleolojik Argüman kısmında tanrının hatalı ispatlarından birinde, Tanrının bir Saatçiye (yani insana) benzetildiğini ve alemimizi de bir saatçinin (yada her hangi bir zanaatçi gibi..) kusursuz hassas ayarı ile yarattığı, ama nedense bu sözde kusursuz kainatı sürekli kontrol altında tuttuğu argümanı vardır. Fakat temin de bahsedildiği gibi, kainat madem kusursuz ve ince ayarla yaratılmışsa, neden sürekli kontrol altında olsun ki, kusursuz yaratılan bir “şey” kendi kendine kusursuzca işleyebilir ve var olabilir, yaratanın sürekli müdahalesine gerek kalmaz. Ve yaradan yaratılana müdahale ediyorsa, demek ki yaratılan kusurludur.

Yani apaçıktır ki bu “belli” yaratma eylemi direkt insandan kopyalanmış bir eylemdir, o nedenle tanımı gereği kusurludur. Yani saatçi (zanaatçi insan), Tanrısallığın somuta (yani puta) indirgenmesinde alet olmuştur. Tanrısallığın bu şekilde insansılaştırılarak somuta indirgenmesi (putlaştırılması), sanki tanrıyı daha iyi açıklamaya yönelik bir yol gibi görünsede, Tanrı’nın kadiri mutlak sıfatını alçaltan bir şeydir. Zira kadiri mutlak bir varlığı, kadiri mutlak olmayan bir varlıkla tarif etmeye kalkarsak, hatalı sonuçlara varırız. Çünkü alakasız 2 şeyi kıyas ediyoruzdur; Sonuçta tanımı gereği Tanrı ve İnsan denk varlıklar değildir !

Yani, mesela şimdi bir de şöyle düşünün; çok tanrılı inanışı savunan biri bir çok insanın işbirliği içinde inşaa ettiği mega yapıları örnek göstererek kendi kafasına göre çok tanrı teorisini savunması nasıl bir mantık ise, tek tanrıcı inananların zanaatçi örneğini, yada resim/ressam örneğini savunması da öyledir. … Kısacası ne tanrının varlığı, ne de tanrının tek olduğu böyle insan bu şekilde ispatlanabilir !

Aslında biraz dikkatli düşünürsek ne “yaratma” eylemi tek tiptir, nede Tanrısallık ve Tanrısal eylemler yüzeysel bir şekilde somuta indirgenebilecek kavramlar değillerdir. Tanrıyı sürekli insansılaştırarak, onu sanki sıradan bir Zanaatçi/tasarımcı ve/veya Kral/Hükümdar gibi etrafına sürekli emirler dağıtan, her an herşeyi kontrol eden kontrol takıntılı biri gibi yansıtmaya çalışmak, belki ancak masallara inanan çocuklarda işe yarayabilir… Fakat Gerçek Mutlak Tanrı, tasavvurumuzun çok üstünde güçlü ve yetkin, ve dolayısıyla kontrol takıntılı bir diktatörün çok ötesinde hikmetleri olan bir varlıktır.

Peki o zaman, “Tanrı varsa neden meydanı boş bıraksın, neden insanları başıboş ve dinsiz (emirsiz) bıraksın ?” … Aslında bazı mistik düşüncelere göre tanrının insanları başı boş bırakmasının gerçekten mühim bir “hikmeti” vardır, açıklamasını sona sakladım… yalnız Argümanı cevaplamadan evvel, bu argümanın savunduğu şeyi, ve neden hatalı ve yanlış bir savunma olduğunu daha iyi açıklayabilmek için şöyle bir örnek verelim…

Mesela, canınız çok sıkılıyor, kafadan çatlaksınız yada yada paraya çok ihtiyacınız var ve bir hinlik düşündünüz diyelim… Bir yerden trafik polisi üniforması bulup giydiniz ve bir arabaya polis arabası görünümü falan verdiniz… sonra da gözünüzü kestirdiğiniz bir trafik noktasında sotaya yatıp gelip geçen sivil arabaları durdurup kafanıza göre ceza kestiniz, ve para (rüşvet !) falan topladınız… Şimdi, Bu şekilde bir süre için birilerini kandırabilirsiniz, ama eninde sonunda birileri şüphelenecek, ve sonunda “gerçek” polis sizi enseleyecektir… değil mi ?… Sonuçta hangi “meşru” otorite, yada devlet kendi içinde alakasız paralel bir yapının oluşmasına izin verir ki ?… Yani Devlet meydanı boş bırakmaz, değil mi ???

Şimdi aynı örneği dini camiaya yansıtalım !… gene canınız çok sıkılıyor, kafadan çatlaksınız yada yada paraya çok ihtiyacınız var ve bir hinlik düşündünüz diyelim… Bir yerden cüppe ve sarık bulup giydiniz ve/veya inandırıcılığı arttırmak için bir yerden elemanlar bulup sizin müridinizmiş gibi rol kesmesini sağladınız (kardan pay verme karşılığı, mesela) … sonra da gözünüzü kestirdiğiniz mahallede sotaya yatıp gelip geçen inananları kafalayıp, beni Tanrı gönderdi ben mesihim, yada şeyhim/evlayım dediniz, bağış yani para falan topladınız… Şimdi, Bu şekilde bir süre için, hatta uzunca bir süre için birilerini kandırabilir, dolandırabilirsiniz… ama bazı birileri eninde sonunda sizden şüphelense bile, mantıken sizi kime şikayet edecekler ? … Polise mi ? Sonuçta “inanç” özgürlüğü var ise (!), “mantıken” polis/devlet bu işe karışmayacaktır ? Aklı olan kendini kandırtmaz, yada inanç bu ise bu inananların sorudur denir…

Peki, Tanrıya mı ? …. Aslında mantıken, yani maneviyatın mantığına göre, birilerini Tanrıya şikayet etmek tam bir saçmalıktır. Zira Tanrı, tanımı gereği Kadiri Mutlak ise, zaten sizler mevzuya uyanmadan, kötülüğe maruz kalmadan, yani birilerini şikayet edecek duruma gelmeden önce Kötüleri / Günahkarları, mesela inanç sömürüsünü, sahte Mesihleri, şeyhleri … vb. falan engellemesi gerekirdi ve engellemiyorsa da, demek ki bir hikmet (!) vardı da tanrı buna izin verdi denir, çoğunlukla …?… Sonuçta Tanrı neden meydanı boş bıraksın, ve insanlar sahte mesihlerle, peygamberlerle yada şeyhlerle sömürülsün ki ? Tanrı gerçekten var ise, ve klasik İbrahimi dinlerde tarif edildiği gibi kontrol takıntılı diktatör bir varlık ise onun adını kullanarak sahtekarlık yapanları hiç vakit kaybetmeden cezalandırması gerekmez miydi ?… ama olasılıklar muhtelif…

  • Ateist Senaryo; Eğer tanrı yoksa, sahte mesih ve peygamberleri…vb cezalandıracak bir varlık da yoktur… Yani meydan zaten başından beri bomboştur… Geçmiş olsundur ! (artık nasıl geçecekse…)… bu senaryoya göre bir sürü din sahtekarı istediği gibi at koşturabilir… sonuçta sözde inanç özgürlüğü var, ama inançları sömürme özgürlüğü de var !
  • Teist Senaryo; Eğer tanrı varsa, onun adını kullanarak sahtekarlık yapan sahte mesih ve peygamberleri mutlaka cezalandırması gerekir… Ama ne zaman ? … Tarihe baktığımızda bir sürü peygamberin yanı sıra, bir sürü de “sahte” yada “meşru olmayan” peygamber kişilikler görürüz… Ama mesela çoğu kişinin inandırıcı bulmadığı Sabatay Sevi, Müseylime ve hatta Hasan Mezarcı gibileri pek tanrı tarafından cezalandırılmış görünmüyorlardır… Sabatay Levi, Müseylime Tanrıdan çok politikanın yani insanların kurbanı olmuşlar gibidirlerdir ve Hasan Mezarcı ise vekil emekliliği ile Tanrının gazabından uzak bir hayat sürüyor gibidir. Yani Tanrı, Hasan Mezarcıyı cezalandırmadıysa, Mezarcı’nın iddiası doğru mu demektir ? (yorum sizin)… Bazıları Tanrı onları ahirette, yani öldükten sonra cezalandıracaktır, diyebilir. Peki, O zaman Tanrı Ahirete kadar meydanı boş mu bırakmıştır ?… ve o zaman Ahirete kadar kimin gerçek kimin sahtekar din adamı olduğu nasıl anlaşılacaktır; sonuçta herkes çok yüksekten atıyor ama hiç bir somut kanıt sunulmuyor ve herşey ahirete havale ediliyor … Eğer bu sahtekarlar “kripto ateist” ise ahiret korkusu onları hiç bir şekilde engellemez. Üstelik sadece ama sadece Ahiret korkusu insanın günah işlemesine, sahtekarlık yapmasına zaten ne kadar engel olabilir ki ? Sonuçta etrafımıza baktığımızda, inançlı sayısının inançsızlardan kat ve kat fazla olmasına rağmen, özellikle bu “inançlıların” bir sürü günah işlediğini ve sahtekarlık yaptığını görüyoruz. Ya bu inançlılar “takiye” yapıyor, yada Tanrı zaten herşeyi affeder deyip istediği gibi at koştura biliyordur… sonuçta sözde inanç özgürlüğü var, dolayısıyla günah işleme özgürlüğü de var !
  • Deist/~Agnostik Senaryo; Eğer Tanrı varsa, ve gözlemlere göre meydanı boş bırakmış gibi görünüyorsa, tanrı adına konuştuğunu iddia eden hiç kimseye ve dini sisteme inanmamak mantıken en akıllıcası olacaktır. Zira hangi birine inanılacak; her din, mezhep, hatta tarikat yüksekten atıp tutuyor ve kendisinin haklı diğerlerinin haksız olduğunu söylüyor; ve (gene hatırlatalım) hiç birinin mutlak kesin kanıtı da yok. Yani Tanrı direkt alemimizde zuhur edip şu yol hak yoludur demedikçe, ki demiyor, ve herkes dini ve tanrıyı kendi kafasına göre anlıyorsa, o zaman başkasının kafasında takılmanın ne manası var… Sonuçta Tanrı sana akıl/kafa vermişse (Evet, beyin bedava !), o kafayı kullanmamak, akletmemek ve kendi aklına göre düşünmemek tanrıya nankörlük etmek olmaz mıydı ? sonuçta sözde inanç özgürlüğü var, dolayısıyla düşünce özgürlüğü de var !
  • Gnostik Senaryo; Mutlak Tanrı varsa, ki Gnostiklere göre mutlaka vardır, meydanı (yani bizim alemimizi) boş bırakmasının ve Dinlerle kurallar koymamasının asıl nedeni, bizim gibi onun yanında toz zerresi bile sayılmayacak varlıklarla muhatap olmaya tenezzül etmemesi yada daha yumuşak söylersek bizim seviyemize inmemesidir ! Herşeye gücü yeten, Kadiri Mutlak, alemler/boyutlar aşkını aşkını, mutlak/ebedi ve mutlak erdemli bilinçli bir varlık… yani bu derece akla hayale sığamayacak muazzam varlık neden küçük işlerle yada hesaplarla (!) uğraşsın ki ? …ki Gnostiklere göre Monad olarak adlandırılan bu varlık zaten kendi en yüksek aleminde var olarak kendi seviyesinden kainatları yaratıyor ve hükmediyordur. Yalnız ondan yankılanan sayısız yayılımlar, yada onun izdüşümlerinin izdüşümleri (yani suyunun suyu) bazı kozmik varlıklar, kusurlu yapıları gereği Monad’ın, yani Mutlak Tanrının bozuk bir kopyası olmaya yeltenir ve bizimki gibi somut alemler yaratmaya ve biz insanlarla uğraşmaya başlar. Başlıcaları Demiurgos olan bu bozuk kozmik varlıklar o kadar beceriksizdirler ki, sürekli hayata müdahale etmek zorunda kalarak Tanrı rollerini ellerine yüzlerine bulaştırır, ve bataklıkta çırpınan hayvanlar gibi yarattıkları bu karmaşanın içinde kaybolur giderler. Asıl Mutlak Tanrı Monad ise, kendi “makamından” olanları seyrederek kıs kıs gülüyordur (Tamam… elbette gülmüyordur, ama olayları kesinlikle sürükleyici bulduğuna eminim !) … Sonuçta sözde inanç özgürlüğü var, dolayısıyla hayal etme özgürlüğü de var ! ;)

***

Evet, komiklikler ve şakalarla açıklamalar böyle olabiliyor…. Ama şimdi gelin asıl acı gerçeği irdeleyelim… Çoğu din alimi Tanrının (teorik olarak Kıyamete ve Ahirete kadar) sessiz kalmasının yegane sebebini Tanrının özel bir Planına ve/veya Hikmetine bağlar. Mesela bu yaşadığımız hayat, alem aslında bir sınanma alemidir, ve bizler kötülükle sınanarak irademizi güçlendirir ve vaat edilen cennete layık olmaya çalışırız.. gibi.

Fakat özellikle katı/dogmatik Dini Sistemler içinde düşünürsek, bu “Tanrının hikmeti” yada “sınaması” kavramı da, ne yazık ki kendi içinde oldukça sorunlu bir açıklamadır; Zira Tanrı kullarını sınarken sanki ya tuzak kuruyordur, yada daha yumuşak söylersek sınav sorularını oldukça şaşırtmacalı soruyordur !!!

Şimdi şöyle düşünün, kötü niyetli birisiniz ve sürekli günah işliyor, kötülük ve fesatlık yapıyorsunuz, ama bir şekilde her seferinde dünyevi adaletten paçayı kurtarıyor ve tüm yaptıklarınız cezasız kalıyor (en azından ahiretteki ilahi adalete kadar, teorik olarak). Şimdi bu, cezasız kaldığınız için tanrının sizin yaptıklarınızı (en azından Hesap gününe kadar ??) onayladığı anlamına mı gelir ? O zaman bu mantıkla, herkes istediği suçu, günahı yada ahlaksızlığı yapar ve dünyevi adalete yakalanmadığı ve cezasız kaldığı sürece bu tanrının onların suç ve ahlaksızlığını “Ahirete/Hesap gününe” kadar onayladığı anlamına mı gelir ?… Bir düşünün, eğer yakalanmadığımız sürece istediğimiz suçu ve ahlaksızlığı yapabiliriz aslında, nasıl olsa Tanrı sizi engellemiyor ve/veya sözde ahirete kadar cezalandırmayacak… yani sözde adalet (oldukça geç bir şekilde) ahirette tecelli edecektir… eğer ahiret varsa, tabiii ! …

Pratik hayata dikkatlice baktığımızda, ahiret korkusunun kötülerin kötülük yapmasını engellemediğini görürüz. Zira bu “kötüler” zaten ya dindar kılığındaki dinsizlerdir ve ahirette cezalandırılacaklarına inanmıyorlardır, yada Tanrı zaten herşeyi affeder diyen vasat dindarlardır. Hal böyle olunca ister dinsiz ister dindar olsun tüm “kötüler” her olayı kendilerine yontarak istedikleri gibi kötülük yapmakta özgür oluyorlarken, Dini bütün olan gerçekten “saf” dindar imanlılar ise Tanrılarına sonsuz güvenerek bu kötülere ve kötülüklere karşı elleri kolları bağlı kalıyorlardır….

Bu açıdan bakınca aslında Dindarların (yani Teistlerin) Deizme saldırmaları gerçekten saçmadır. Zira Teistlerin tanrısı da, Desitlerin Tanrısı gibi insanları yaratmış ve bir anlamda hesap gününe kadar “sınanmaları” için başı boş bırakmıştır. Arada ki terk fark ise, teistlerin Tanrıdan geldiğine inandıkları dini kuralları olmasıdır. Fakat ne “hikmetse” Tanrıdan geldiği söylenen bu kuralların uygulaması her şeye fesatlık karıştırmaya meyilli insanlara emanet edilmiştir…

Uzun lafın kısası Tanrı insanların düzen içinde yaşaması için onlara Din gönderiyordur, ama Dinin uygulamasını kurnazlık yapmaya hevesli ve meyilli, yargılama yeteneği kusurlu insanlara emanet ediyordur, ve en sonunda bahşedilecek ceza/ödülü ise hesap gününden sonraki Ahirete havale ediyordur. … (Bir bakıma kuzuyu kurda emanet ederek bir düzen umuluyordur, ve ola ki kurt kuzuyu yerse, cezasını uzak bir tarihe (ahirete) ertelenerek, “iş barışı” sağlanıyordur)

Şimdi lütfen elinizi vicdanınıza koyarak bir düşünün; Adaletin, ister dünyevi ister ilahi adalet olsun, Adaletin geç tecelli etmesi ne işe yarar ? Yani başka bir değişle Tanrının meydanı “Ahirete kadar” boş bırakması ne işe yarar ?… bunu sadece “sınanma” yada ruhsal “tekamülle” açıklayacaksak, o zaman Din (Halkın Afyonu olmak dışında) gerçekten ne işe yarar ? “saf” yada iyi niyetli kişiler zaten kendi kendilerine de “uslu” duruyorlarken, “yaramaz” kişiler bir şekilde dini kuralları sürekli kendilerine göre yontarak, herşeyi kendilerine hak görebilirler; nasıl olsa Tanrı onları engellemeyecektir (!). … Yani günaha ve suça eğilimli kişiler Din kuralları ile güdülemezler, çünkü Dinlerde bahsedilen adalet geç tecelli eder. Ve geç tecelli eden adalet ile düzen sağlanamaz !….

Bu açıdan özetlersek, Dini sistemlerin 3 temel mantık hatası vardır;

  • İlki en başta değindiğimiz gibi; Tanrı bize şah damarımızdan bile yakın olmasına rağmen, kullarıyla onlarca aracı vasıtası (peygamber, halife, şeyh, evliya, imam….vb) ile iletişim kurabilmesi çok saçma !… Gerçek kadiri mutlak Tanrının kullarıyla aracısız olarak iletişim kurması gerekmez mi ? Sırf sözde “imanı” sınamak için bu kadar aracı kullanması ve dolaylı olması, inandırıcılıktan uzak olmuyor mu ?
  • Diğeri ise; Tanrının bu “aracılarla”, kulları arasındaki düzeni sağlamak için “DİN” ve Din kurallarını göndermesine rağmen, “gerçek” ilahi adaleti ahirete bırakması, ve dünyevi adaletin uygulanmasını ise kusurlu insanlara bırakması, ne alakadır ? Tanrı düzen istiyorsa düzeni kendi sağlayabilmeli, bunu kusurlu kullarına havale etmemelidir… Üstelik amaç gerçekten düzen sağlamak ise, adalet ve asayişin “vadeli” uygulanmaması; ve Tanrının koyduğu kuralları tanrının bizzat kendisinin uygulaması gerekmez mi ?! Zira insan kusurludur, Tanrı gibi herşeyi bilip göremez; suçluları anında yakalayamaz ve ola ki yakalasa bile davalardaki yargılaması kusurlu olur. İnsanın yargılaması kusurlu olduğu için adaleti de kusurlu olur… Yani Dinlerin “Tanrısı” düzen sağlamak için kusurlu kullarını maşa gibi kullanıyor ve sonuç olarak ise çarpık bir düzen ortaya çıkıyordur.
  • Son olarak; Dini sistemler iyi ve saf kalpli insanları biraz daha sıkı bir şekilde bağlayıp kısıtlarken, asıl zapt edilmesi gereken kötü niyetli takiyecilere ve/veya “kripto ateistlere” daha geniş bir özgürlük sahası sağlıyordur. Sonuçta dindarmış gibi rol yapan bir takiyecinin günah işlemesi Allah yada ahiret korkusu ile engellenemez, değil mi ?

Toplarsak, ahirete havale edilen adaletle düzen sağlanamayacağı için, dini sistemlerin “afyon” yada “beşeri kültür” olmak dışında bir işlevi kalmıyor…. Tanrı bizzat olaylara müdahale etmedikçe, adaletini “bizzat” ve “anında” kendisi sağlamadıkça, Tanrı adına konuştuğunu iddia eden tüm dini sistemler asıl amacından sapıyordur. Dini sistemlerin ve kurallarının gücü ancak saf ve iyi niyetli kişileri biraz daha esaret altına almaya yeter ama asıl kötü niyetli kişileri dizginlemekte hiç bir işe yaramaz. Zira o asıl kötü niyetli kişiler, Din de dahil insan yapımı herşeyi eğip büküp (kendilerine yontarak) bir şekilde yollarını bulurlar. Olan ise dine gönül veren saf ve temiz kalplilere olur !….

Bu durumda; Tanrı, en iyi ihtimalle, meydanı (dolayısıyla kötülüğü) ahirete kadar boş bırakmıştır, ve bizlerin ahirete kadar sınanmamızı ve tekamül etmemizi istiyordur (?) … En kötü ihtimalle ise, Tanrı hiç yoktur ve bizler boşu boşuna adaletin geçte olsa tecelli edeceği umudu içindeyizdir….

Ayrıca bkz; Islam Adına Aktarılanlarda “Gerçeklik Sağlaması” Nasıl Yapılır?

BONUS

Aslında bunun için ayrı bir post yazacaktım, ama argüman o kadar “bebek” düzeyinde ki, bu yazının sonuna ekleyim dedim (amme hizmeti olsun :P).

Belki sosyal medyada görmüşsünüzdür, bir videoda kabaca şöyle bir diyalog geçiyor ;

  • Ateist; Felsefeye göre görmediğimiz ve dokunamadığımız şeyler yoktur, o zaman Tanrı yoktur !!!
  • İmanlı; Beynini de göremiyor ve dokunamıyorsun, o zaman Beynin de mi yok ?!!! (arka planda ezan başlar; Allaaaaahüüüü eeeekbeeeeer …. !!!)

asfdsfasdfhjlkhşşljkl….

Şimdi, bebeğe anlatır gibi anlatayım; Felsefede göremediğimiz ve dokunamadığımız şeyleri yoktur diye bir argüman yoktur. Burada “Strawman” yani “Korkuluk” safsatası kullanılarak bir “fallacy (saçmalama)” yapılmış; yani rakip iddia farklı bir şekilde sunulup (çarpıtılarak) öyle saldırılmış.

Felsefedeki o Argümanın aslı şöyledir; Algılanamayan şeyler yok mudur !?

Yani argüman soru şeklindedir, ve felsefenin çeşitli dallarına göre bu sorunun cevabı çeşitli olabilir…. Bu argüman aynı zaman “ıssız ormanda devrilen ağaç metaforu” ile de benzeşir… yani; Kimselerin olmadığı bir ormanda bir ağaç devrilirse ve çevrede gerçekten hiç kimse yoksa (yani ağaç devrilirken çıkardığı sesi algılayacak kimse yoksa) ağaç devrilirken ses çıkar mı ???? …. özetle; bir “varlık” algılan(a)mıyorsa, o varlık var sayılabilir mi ?

Öncelikle peşinen belirtelim; “Algılama” eylemi sadece dokunma ve görmekten ibaret değildir; 5 duyumuzun ötesindeki sinyalleri ve varlıkları algılamak için spektrumunun diğer dalga boylarında frekanslarda çalışan cihazlar kullanılabilir, böylece insanın fiziki algısının ötesi algılanabilir ! Mesela; İç organlarımız, kızıl ötesi ve mor ötesi ışımalar, atom altı parçacıklar…vb… bunlar özel cihazlarla algılanabilirler , yani fizikseldirler ve dolayısıyla vardırlar ! …

Halbuki Tanrı, bir bakıma tanımı gereği metafiziktir ! Yani fiziki olarak algılanamaz ! … Beyin gibi iç organlarımızı tomografi yada röntgen gibi fiziki cihazlarla algılayabiliriz, çünkü beyin fizikidir, varlığı çok kolay bir şekilde kanıtlanabilir… ama Tanrı’yı fiziki bir cihaz kullanarak algılayamayız, çünkü Tanrı fizik-ötesidir, yani metafiziktir !!!… Yani neymiş; bir varlığın varlığını kanıtlamaya çalışırken fiziki (beyin) bir şeyle, metafizik (Tanrı) bir şeyi aynı kefeye koymamak gerekiyormuş !!!! …

Gerçek kadiri mutlak Tanrı metafizik bir varlıktır, o nedenle fiziki duyularla (ve cihazlarla) algılanamaz !

O zaman asıl soruyu tekrar soralım ; Fiziki olarak Algılanamayan (zuhur etmeyen), yani Metafizik şeyler var mıdır, yok mudur ?

Felsefe soruyu sorar, cevaplamak insana kalır !

***

İp ucu; mesela bir varlık var, hikayelerde herşeyi bilen ve gören, aşırı muktedir ve kadiri mutlak olarak tarif ediliyor, ama bu varlık direkt olarak görünmüyor, algılanamıyor, kendisini fiziksel olarak zuhur etmiyor, insanlara direkt belirmiyor… bahsi hep söylencelerde ve hikayelerde geçiyor, ara sıra birileri çıkıyor ve o varlık adına konuştuğunu iddia ediyor. Fakat bu iddiasının kanıtları olacak mucizeler bile gene sadece hikayelerde geçiyor, yani kimse birinci elden mucizelere tanık olmuş değil, aynen birinci elden o varlığı fiziki olarak algılamış olmadığı gibi… o varlık ile ilgili herşey, kerameti kendinden menkul ikinci, üçüncü el kaynaklarda geçiyor… Sizce böyle bir varlık (örn; Ejderhalar, Tek bounuzlu At…vb ), sırf hikayelerde geçtiği için, sırf çoğunluk bu hikayelere inanıyor diye, var mıdır demektir ?

Leave a comment